Çok sık kitap okurum. Fakat bayağıdır roman tarzında kitap okumamıştım. Romanlara ısınamıyordum. Nedenini de bilmiyordum. Bu kitabı ilk önerdiğinizde neden okumamız gerektiği ile ilgili kafamda sorularım vardı. Yönetim, liderlik ve değişim ile bilgilerimizi HBR’nin kitap serisinden çok rahat ve uygulamalı bir şekilde örnekleri ile alabileceğimizi düşünüyordum. Bu kitap HBR serisi derecesinde önemli bir kitap olduğunu bu kitaba özel bir rapor yazmamızı istediğinizde anladım.
Kitaplara karşı bakışım hep olumluydu.
Kitapların bir zaman makinesi olduğunu düşünüyorum.
Bizi yüz yıl, beş yüzyıl, bin yıl geriye götürür. Bin yıl ileriye götürür. Bize geleceği gösterir. Bugünü anlatır. Yaşayamayacağımız yaşamları anlatır. Eşcinselleri, kadınları, erkekleri, fakirleri, zenginleri, teröristleri, siyasetçileri vs. Bir sürü kisveye sokar bizi. Bize rakamlar verir. Gerçekleri gösterir, yalanları gösterir. Tarihi anlatır. Geleceğe baktırır.
Bazı kitapların ayrıcılıklarının olduğunu düşünürüm. Yazan kişinin kurgusu ve vermek istedikleri sadece bir hikaye değildir. Hikayenin içine yedirilmiş bir hayat felsefesi barındırır.
Bu kitabında böyle bir özelliğini düşünmemle, kitabı okumaya başladım. Kitabın içinde bir şey arıyordum. Kitabı okurken, bir altın arayıcısı gibi tonlarca kaya parçasını ufalayıp, yıkayıp, işlemlerden geçirip altın aradığımı düşünüyordum.
İlk altını çizdiğim yerleri yani ilk numunelerimi bularak kitap bakışımı etkilemeyi başardı.
Ahmet Hamdi Tanpınar; zamansız bir kitabı hayata geçirdiğini yaşadığında biliyor muydu bilmiyorum. Kitaba zamansız dememin sebebi ise kitabın ne zaman okursanız okuyun, her zaman içeriğinden alınan derslerin geçerli olmasından kaynaklanmaktadır. Bu zamansız terimi belki kitabı anlatmak için yetmemekte. Kitap çok farklı yazım teknikleri ile yazılmış. Özellikle hiciv çok fazla kullanılmış. İronik bir şekilde hicivle yazılan nadir romanlardan biri olduğunu düşünüyorum. Karakterlerin değişimi, zamanın ele alınış biçimi, kendilerine ve çevrelerine yabancılaşmanın diğer yüzünü göstererek bize hayatımız üzerinde düşünmemizi sağlamaya çalışmaktadır. Bu tarz bir yazım ise okuyucuyu kitabın içinde bir karakter ile özdeşleşmesini sağlamaktadır.
Aşağıda ise bulduğum numunelerin analizlerini bana düşündürdüklerini ve hissettirdiklerini dile getirmeye çalıştım.
ZAMANIMIZIN DEĞERİNİ BİLEN VE BOŞA HARCAYAN CANLI: İNSAN
- Bazen düşünürüm, ne kadar garip mahluklarız? Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikayet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız? sf 29
Bu alıntı gerçekten kişilerin düşünce çarpıklığını çok net bir şekilde gün yüzüne vuruyor. Son zamanlarda çevremdeki kişilerin en büyük derdi: Zaman Yetersizliği. Bu durum zengin, fakir eşit olarak dağıtılan zamanın verimli kullanamamanın bahanesi olarak gelir. Ve zaman yetersizliği ile insanlar kendilerinde suç bulmazlar. Suçu zamana yüklerler. Zamana yüklenen bu suç ise kişi tarafından kendisine atfedilmediği için üzerine fazla düşünülmeden geçiştirilen bir olguya dönüşür. Kişi aslında suçu zamana iterek kendini rahatlatır. Bu durum kişide düşünmeden yaşamayı sağlar.
SAAT = İNSAN
** “Saatler de böyledir. Sahiplerinin mizaçlarındaki ağırlığa, canı tezliğe, evlilik hayatlarına ve siyasi akidelerine göre yürüyüşlerini ister istemez değiştirirler. Bilhassa bizim gibi üst üste inkılaplar yapmış, türlü zümreleri ve nesilleri geride bırakarak, dolu dizgin ilerlemiş bir cemiyette bu sonuncusuna, yani az çok siyasi şekline rastlamak gayet tabiidir. Bu siyasi akideler ise çok defa şu veya bu sebeple gizlenen şeylerdir. Hiç kimse ortada o kadar kanun müeyyidesi varken elbette durduğu yerde ‘Benim düşüncem şudur.’ diye bağırmaz. İşte bu gizlenmelerin, mizaç ve inanç ayrılıklarının kendilerini bilhassa gösterdikleri yer saatlerimizdir.
Sahibinin en mahrem dostu olan, bileğinde nabzının atışına arkadaşlık eden, göğsünün üstünde bütün heyecanlarını paylaşan, hülasa onun hararetiyle ısınan ve onu uzviyetinde benimseyen, yahut masasının üstünde, gün dediğimiz zaman bütününü onunla beraber bütün olup bittisiyle yaşayan saat, ister istemez sahibine temessül eder, onu gibi yaşamağa ve düşünmeğe alışır.” sf. 15
“Hangi bakımdan olursa olsun arada bir ilerilik, gerilik farkı bulunduğu aşikardır ve bu fark mühim bir farktır. Bu itibarla saatleri geri kalanlardan aldığımız nakit cezaya iki kuruş zam yapmamızı herkes gayet tabii buldu. Hatta ekseriyetin hoşuna gitti. Böylece hem geriliğe layık olduğu cezayı veriyor, hem de ileri düşünüşün hakkını teslim ediyorduk. İnsan yaradılışı tam bir eşitliğe razı olamaz. Ufak tefek imtiyazların teşvikine de muhtaçtır ” (sf.18)
Bu ilk alıntılarda saatleri insanlar ile eş değer tutulduğunu fark ettim. Bu aslında Saatleri Ayarlamak Enstitüsü değil İnsanları Ayarlama Enstitüsü olarak işlev görmesi gerektiğini belirtiyor. İnsanların geri kalmayarak herkesle eşit yürümesi gerektiği üzerine kurgulanıştır. Saatler gibi geride kalan kişilere ceza kesilmesi ise geride kalmamaları için bir zorlama durumudur. Bu durumda ilginç olan nokta ise ileri olan saatlerin ödüllendirilmesi ile bir çelişki oluşmaktadır. Bu çelişki değişimin kendi içinde kararsız bir yapıda olduğunu tasavvur etmektedir.
Toplum anlamında değişimde bu şekilde birlikte hareket ederek ve çalışarak olabileceği olgusunu vermesi bakımından da değişimin nasıl yapılması gerektiği ile ilgili örtük bilgiler vermektedir.
ZAMANIN VARLIĞININ KRİTERİ: İNSAN
** Zaten saatle insanı birbirinden pek ayırmazdı. Sık sık, ‘Cenab-ı Hak insanı kendi sureti üzere yarattı; insan da saati kendine benzer icat etti…’ derdi. Bu fikir çok defa şöyle tamamlardı: ‘İnsan saatin arkasını bırakmamalıdır. Nasıl ki, Allah insanı bırakırsa her şey mahvolur!’ Saat hakkındaki düşünceleri bazen daha derinleşirdi: ‘Saatin kendisi mekan, yürüyüşü zaman, ayarı insandır… Bu da gösterir ki, zaman ve mekan, insanla mevcuttur!’sf 32
Zaman insanın varlığı ile anlam kazanır. Kitapta zaman sorunsalı üzerine işlenmiş ironik bir hikaye görülmektedir. Bu hikaye içerisinde kişilerin kendilerini var etmeleri sadece zaman sürecinde ve doğruluğunda olabilecektir. Bu anlayış ile zaman ve insan bir bütünlük arz etmektedir.
ZAMANIN DEĞERİ
** Düşün Hayri İrdal, düşün aziz dostum bu ne sözdür? Bu demektir ki, iyi ayarlanmış bir saat, bir saniye bile ziyan etmez! Halbuki biz ne yapıyoruz? Bütün şehir ve memleket ne yapıyor? Ayarı bozuk saatlerimizle yarı vaktimizi kaybediyoruz. Herkes günde saat başına bir saniye kaybetse, saate on sekiz milyon saniye kaybederiz. Günün asıl faydalı kısmını on saat addetsek, yüz seksen milyon saniye eder. Bir günde yüz seksen milyon saniye yani üç milyon dakika; bu demektir ki, günde elli bin saat kaybediyoruz. Hesap et artık senede kaç insanın ömrü birden kaybolur. Halbuki bu on sekiz milyonun yarısının saati yoktur, ve mevcut saatlerinde yarısı işlemez. İçlerinde yarım saat, bir saat gecikenler vardır. Çıldırtıcı bir kayıp… Çalışmamızdan, hayatımızdan, asıl ekonomimizden olan zamandan kayıp. sf 36
Zaman hayatımızdaki en değerli olgudur. İnsanın hayatını iyi değerlendirememesi ise pişmanlıklar oluşturur. İyi değerlendirilmiş bir hayat ise planlama gerektirir. Planlama ise zaman üzerinden yapılmaktadır. Ayrıca zamanı iyi yönetebilen toplumlar hep gelişmişliği yakalamışlardır. Bunu tarihte çok net görebiliriz. Büyük uygarlıklar toprak sahibi olarak büyük olduklarını kanıtlayamayınca herkesin hayatında hüküm sürmelerini sağlayan zamanı esir almışlar ve gücü doğrultusunda düzenlemişlerdir. Tarihte her büyük uygarlığın kendine ait takvimi bulunmaktadır. Çin Takvimi, Sümerlerin Güneş Takvimi, Hicri Takvim, Miladi Takvim, Rumi Takvim, Maya Takvimi vs. Gerçekten güçlü ve büyük iseniz dünya üzerinde yaşayan her bir insanın üzerinde etkinizin olmasını istiyorsanız günlük yaşamlarını planlamalarını sağlayan zamanlarını belirlemeniz yeterli olmaktadır.
Nazım Hikmet’in zamana bakış açısı ile ilgili şiirini de paylaşmak isterim.
**
Kitap ile ilgili bir çok alıntı yaparak açıklamak isterim fakat çok uzun olmasından korktuğumdan dolayı bu durumu genel yapı itibari ile ele almak istiyorum.
**
Hayri İrdal; hayatından memnun olmayan fakat hayatını değiştirmek için çabalamayan, sadece günlerini geçirmeye çalışan bir kişi. Bu kişi geçmişine bağlı ve kontrolün kendisinde olmadığına inandırılmış. Sonrasında hayatına giren Halit Ayarcı ile yaşamak istediği hayatın peşinden gitmiş ve yaşamak istediği hayat ağır bedeller ödeterek Hayri İrdal’ın tüm karakterini ve değerlerini değiştirmiştir. Kendisini kendisinin de onaylamadığı işler yapan biri olarak bulmuştur. Fakat yaşadığı hayattan da memnun olduğu için geriye dönüş yapmakta istememektedir. Aynı zamanda Halit Ayarcı ilerici bir kişi olarak temas ettiği kişilerin hayatlarını değiştirecek kurum ve kuruluşlar kurmalarını teşvik etmiş. Bu kurum ve kuruluşlar gereksiz yapılanmalar ile birlikte kişileri daha fazla yalan söylemeye, doğrularından uzaklaştırmaya başlamıştır. Burada kişiler bu değişimler ile iki mengene arasına sıkıştırılmış olarak kendilerini algılamaktadırlar.
Hayri İrdal babası ve oğlu arasındaki bir geçiş noktasında bulunmaktadır. Geçiş noktası derken 3 neslin hayata bakış açıları, beklentileri ve değerleri çok farklıdır. Bu farklılık ise çatışmalara neden olmaktadır. Babası ile tam anlaşamayan İrdal, aynı zamanda oğlu ile de anlaşamaz. Babası geçmişe, geleneklere daha fazla bağlı iken, oğlu ise değişime yatkın, medeni ve değerleri olan ve taviz vermeyen biri olarak görülmektedir. Kitabın yazıldığı dönemde Osmanlıdan Cumhuriyet döneminin başlarına kadar ki sürede toplumun nasıl değiştiğinin ironik bir görselleştirilmesidir.
Toplumlar değişimleri sancılı yaşarlar. Yapılandırılmamış ve içselleştirilmemiş değişim süreçleri sorunlara gebedir. Bu sorunlar değişim yapılırken değişimin gerçek amacına ulaşmasını engelleyebilir. Fakat yine de değişim için geçen süre geri döndürülemez olduğu için kaybedilmiş bir zaman olarak tarihe geçer.
Romanda yer alan gerçek olmayan kişilerin oluşturulması ise; değişim için gerçeğin kabul edilmemesini gösterir. Bunun için kendi gerçeklerini oluşturmak ve onun üzerinden değişimi sürdürmek gerçek bir değişim olamayacağı için İrdal’ın içinde ona gerçekten emek veren kişiye karşı içten içe haksızlık yaptığını düşünmesini sağlar.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün kendi için önemli olduğunu düşündüğü birimler açmış ve bir çok kişiyi bu birimlerde çalıştırmaktadır. Kurumun amacının ulvi olması fakat içinde çalışan kişilerin bir şey yapmaması kimse tarafından yadırganmaz. Toplumun büyük bir çoğunluğunda kendi rahatı bozulmuyorsa değişim yapmanın veya çabalamanın bir öneminin olmadığının bir göstergesidir. Kişiler değişim kendilerine dokunmayacaklarsa değişmeye razıdırlar.
Böyle bir kitap yazdığı için Ahmet Hamdi Tanpınar’ın hayatını okumak istedim. Tanpınar; Cumhuriyet Döneminde yaşamış ve zamanında milletvekilliği yapmış bir şahsiyetmiş. Bu kitabı sanırım Türk toplumunun Osmanlı’nın çöktüğü zamanki gelenek ve göreneklerine bağlı kişilerin hayatı ve hayata bakış açıları ile Cumhuriyet Dönemi kişilerinin hayatı ve hayata karşı bakış açılarının nasıl değiştiğinden bahsetmeye çalışmış olduğunu görüyorum. İrdal’ı ise tam bu bağlamda bir geçiş noktası olarak görmüş ve çocuğu Cumhuriyet Dönemi bireyinin olması gereken özelliklerini taşımaktadır. Değişim sürecinde kendine yabancılaşan toplumun değişimi artık yönetememesi ise değişime ket vuran olgulardan biridir.
Burada bir toplum değişiminin nasıl gerçekleştiği ile ilgili bağlamsal bir dönüşüm ele alınarak karakterler üzerindeki değişimle değişim sürecinin üzerinde durulmuştur. Bu değişim kişiler tarafından içselleştirilmemesi, değişimin kendilerine dokunmaması ve değişimden çıkar sağlamaları gibi durumlar ile değişime karşı durmadıkları göze çarpmaktadır. Çünkü gerçek değişim kişinin bireysel sorumluluğunu ve çabasını gerektirir. Değişimler gerçek anlamda yapılmadığında gereksiz birçok ek prosedürün ve işleyişin oluşmasını sağlar. Bu Enstitü de bunun en güzel örneğidir.
Bu roman uzun bir süre geçerliliğini koruyarak her çağda değişim nasıl olduğu ile önemli aydınlatıcı bir kaynak olarak görülecektir. Bu kitabın lisans düzeyinde zorunlu olarak eleştirel okutulmasının sağlatılarak farkındalık oluşturulması gerektiğini düşünüyorum.
Poster görselleri kaynak linkine buradan ulaşabilirsiniz.
** ** **
Hemşirelik literatüründe son zamanlarda hastanelerde çalışan hemşirelerin yüksek oranda tıbbi hata yaptıkları ile ilgili akademik çalışmaların sayısı artmaktadır. Bu konuda ülkemizdeki durumu ulusal çapta görmek amaçlı hastanede çalışan hemşirelerin tıbbi hata yapma eğilimlerini belirlemek istedik.
Bu çalışmaya destek vermeniz bizim için çok elzemdir. Çünkü bu çalışma sonunda ulusal çapta hemşirelerin yaptığı tıbbi hataları yapmalarını engelleyici politikalar oluşturmak istiyoruz.
Ne kadar çok hemşireye ulaşırsak çalışmadan çıkan verilerin güvenliği ve ulusal çapta ses getirme durumu artacaktır.
Desteklerinizi bekliyoruz.
Aşağıda çalışmanın linki yer almaktadır.
Daha güzel şartlarda çalışmak amaçlı 4-5 dakikanızı ayırmanızı rica ediyoruz.
Unutmayın, damlaya damlaya göl olur.