Sosyal bilimcilerin “Cinsel Devrim” olarak nitelediği altmışların sonu ve yetmişlerin başında ortaya çıkan olaylarla kadınların kültürel, ekonomik ve cinsel hayatta özgürlüklerini elde ettikleri mücadelelerini en çok etkileyen şey, kuşkusuz doğum kontrolün ortaya çıkmasıdır. Din adamlarının, politik güç odaklarının ve erkek egemen kültürel yapının amansızca bastırmak istediği kadın özgürlüğünün önündeki en büyük engelin doğum, annelik ve cinsel yaşamın ahlaki yorumu olması doğum kontrolün ortaya çıkmasıyla aşılmış olacaktı.
Antik çağların gelişmiş medeniyetleri olan Roma, Mısır ve Çin’de dahi jinekoloji üzerine kadim metinlerin var olmasına rağmen tek tanrılı dinlerin eski dünyayı ele geçirmesiyle Kadın cinselliği bir de kutsal metinlerin subjesi olmaya başlamıştı. Kadın cinselliği erkek egemen anlayış çerçevesinde öteden beri göz ardı edilmişti. Ancak tek tanrılı dillerin eril yorumu kadınlara ve kadının cinsel kimliğe şeytani vasıflar atfederek onu lanetlemiş ve ancak kutsal evlilik bağlılığı ile erkeğin hizmetine güdülemiştir.
Yirminci yüzyılda bir kadın ortaya çıkıp bu makus tarihi değiştirmeye kendini adayana değin insanlık (aslında daha çok erkeklik demek gerekirdi, zira o ve onun gibi onurlu kadınlar olmasaydı bugün tarih sadece erkeklerin tarihi olarak kalacaktı.) kör bir itikatla kadınları metalaştırmaya devam ediyordu. Hemşire Margaret Higgins Sanger (çünkü erkekler kadınların doktor olmasına izin vermiyor, hemşireliğin kadınlara dini bir vecibe olduğunu iddia ediyordu.) çalışmalarını daha çok New York’un doğu yakasındaki fakir halka odaklamıştı.
Margaret Sanger, fakirlerle daha çok çalıştıkça onların yaşamına ve katlanmak zorunda oldukları ağır hayat koşullarına tanıklık eder. Ama bu koşullarda dahi en ağır yükü yine kadınlar çekmektedir. Toplum tabakalarında aşağılara indikçe kadınların dramatik yaşamlarıyla yüz yüze gelir. Fakirlikten yiyecek yemek bulamayan kadınların bu şartlar altında hala çocuk sahibi olmasına engel olmayı işte böylece karar verecektir. Kadınların kendilerinden, sürdürmek zorunda oldukları yaşam koşullarından ve ekonomik standartlarından bağımsız çocuk sahibi olmaya zorlanmalarına dur demek gerektiğini düşünmeye başlar.
Karşılaştıkları sonucunda şekillenen çalışma alanında ilklere imza atan bu onurlu kadın en çok da kendi annesinden ilham almaktadır. Tam on bir çocuk sahibi olan annesi erkeğini her memnun etmek istediğinde bunun ağır sonucuna tek başına katlanmak zorunda kalmıştır. Erkeğin cinsel ilişkiden alacağı birkaç dakikalık zevk için kadının bir ömür boyu çocuk bakımına zorlanması dini, kültürel ve biyolojik gerekçelerle desteklenmeye çalışılıyordu. Kadın, doğanın kendisine bahsettiği doğurganlığın kölesi olmak durumunda kalıyor, erkeğin boynuna doladığı ilmiğe razı geliyordu.
1912’de çalışmalarını sadece doğum kontrol üzerinde odaklamaya karar verir. O günlerde geçerli olan kanunlar gereğince, doğum kontrolünü bırakın, kürtajın dahi dini açıdan günah ve yasalar açısından da yasaktır. Elden ele dolaşacak makaleler kaleme alır. Yazdığı bildiriler adının bir anda dini grupların günahkârlar listesine girmesine neden olur. Tanrının iradesinin karşısında aciz, güçsüz ve şeytanın ruhunu taşıyan kadının iradesini savunmaya başlamıştır. Avrupa’ya yaptığı yolculuklar, bilim insanlarıyla yaptığı toplantılar ve basın açıklamaları yasa ve din adamlarınca hemen soruşturma konusu olur. Çalışmalarında ilk kez “Doğum Kontrol” terimini kullanan da odur. Tarihe, tıp bilimine ve kadın mücadelesine büyük bir terim kazandırmıştır.
1916 ABD’de ilk doğum kontrol kliniğinin açılmasında, 1927’de ilk Dünya Nüfus Konferansının toplanmasında da hep onun imzasına rastlarız.
İlk doğum kontrol hapının ortaya çıkarılmasında da bilim insanlarına çalışmalarını yürütecek maddi kaynakların bulunmasında da çalışmıştır. Bu büyük mücadele yoldaşları olan Emma Goldman ve Marry Dannett yanı sıra binlerce isimsiz kadının da yardımıyla kadınların kimlik mücadelesinin en önemli ayağı olan cinselliğin özgürleştirilmesi için çabalamıştır.
Çalışmaları sonucunda yaşanan devinimler muazzamdır. Kadınlar artık çocuk sahibi olup olmayacaklarına kendileri karar verebiliyordu. Kilisenin kalın duvarları ardındaki renkli kıyafetler içindeki din adamları yada siyasetin kiri ellerine bulaşmış yardakçı parlamenterler değil. Kadın, çocuk sahibi olmanın sadece öznesi olmaktan kurtulup karar alıcı noktasına ancak doğum kontrol özgürlüğüne sahip olduğunda yükselebilmişlerdir. Doğum kontrol sadece kadının özgürleşmesi değil aynı zamanda ortak insanlık bilincinin de gelişmesine ön ayak oluyordu.
Sanger’in açtığı ilk kliğin açılmasından saatler sonra Sanger ve arkadaşlarını tutuklayıp, onları devlet yasalarını çiğnemekle itham eden büyük hukukçuları (!) bugün kimse hatırlamıyor. Kadının özgür bir insan olarak kabul görmesindeki en büyük adımı atarak doğum kontrol yönteminin tıbbi bir yöntem olarak kabul görmesi önündeki en büyük engel elbette yasalardan çok erkeklerin düşünceleriydi. Erkekler doğanın kendilerine verildiğine inandıkları iktidarın nasıl olurda kadınlar tarafından geri alınmak istediğini anlamıyorlardır. Zira kadının doğum üzerinde hakimiyet kurması demek, çocuk sahibi olacağı yada olması gerektiği inancıyla kadınların avukat, doktor yada memur olmasına karşı çıkılmasını imkansızlaştırıyordu.
Kadın binlerce yıldır kendi bedeni üzerinde hakimiyet kuran din ve siyaset baronlarından kurtulmanın yolunun doğanın kendisine verdiği en büyük mucizeyi dizginlemekten geçeceğini Margaret Sanger’in kopyaları milyonlarca elde dolaşan bildirileriyle anlayacaktı. Sanger bildirilerinin yarattığı etkiden güç alarak 1914 yılında “The Woman Rebel” isimli aylık bir gazete çıkarmaya başlar. Sekiz sayfalık bu küçük yayın organının okuyuculara ulaştırdığı yazılar ve makaleler o kadar devrimcidir ki muktedirlerin rahatsız olmaması beklenemezdi. Zaten gazetenin sloganı da çarpıcıydı. “Tanrılara ve Efendilere Hayır” Sanger güçlü bir anarşist ve komünisttir.
Sanger’in yol açtığı kültürel devrim kendi yaşam süresinin çok ötesindeydi. Kuzey Avrupa’nın açık görüşlü ülkelerinden ilham alan özgür düşünceleri elbette muhafazakar ABD toplumu tarafından oldukça yadırgatıcı bulunmuştu. Kliniğinde ve elden ele dolaşan bildirilerinde kullanımını anlatmaya çalıştığı doğum kontrolün toplumsal algısı ne yazık ki hala doğaya müdahale düzeyinden ilerlemiyordu. Sanger’in “What every girl should know” “What every mother should know” isimli iki bildirisi günümüzde dahi modern dünyamız üzerinde etkileri devam eden iki başyapıt olarak sayılmaktadır.
Büyük savaş nice insan gibi Sanger’i de derinden etkilemişti, politik görüşleri ve Katolik kilisesine karşı beslendiği iflah olmaz isyanı az da olsa törpülenmişti. Savaşın acımasızlığı karşısında doğum kontrolü ve gönüllü feminist hareketler düzen yitirmişti. Batılı paylaşım savaşları sırasında ABD’nin takındığı içe kapanık politikalar ABD’nin ve iç politik erklerin savaş sonrası dünyada daha güçlü ortaya çıkmasına yaramıştı. İki paylaşım savaşından geriye Avrupa’da, yakın doğuda ve uzak Asya ABD ile baş edebilecek ekonomik yada kültürel bir rakibin kalmaması ABD’nin iç dengelerinin bir anda küresel çekim alanına girmesine yaradı. ABD’nin iç muhalif güçlerinin halklar için ifade ettiği anlam bu neden küreselleşmişti. Feministler, liberaller, demokratlar, post-modernistler duvar yıkılana kadar büyük mücadeleler sergilediler. Duvarın yıkılmasından sonra yaşanacaklar başka.
Ancak Feministlerin kadınların cinsel bağımsızları ve özgürlükleri için ortaya koydukları yürekli mücadele sonucunda elde edilen kazanımlar, altmışların sonu yetmişlerin başında dünyanın hiç görülmemiş bir değişime sahne olmasıyla sonuçlanmıştı. Doğum kontrolün ve kürtajın giderek artan bir oranda (en azından batı için) yasallaşması, elli yılsonunda, insanların din ve siyaset adamlarının bağnaz fikirlerine kulak asmamaya başlamasıyla, yaygın kazanmıştı. Cinselliğin önünde engellerin yıkılması, küresel yaygın hastalıkların henüz ortaya çıkmamasının verdiği özgüvenle de birleşince sol fikirlerin aşıladığı genç fidanlar çiçek açmıştı. Dünya hakları barış, özgürlük ve aşk bayramında açan bu çiçekleri oluşturduğu ahenge şahit oluyordu.
Dünya Sanger ve diğer büyük feminist sosyalist aktivisitlerin çabalarıyla ortaya çıkan büyük bir mirasın filizlendiği bu döneme ne yazık ki Sanger eşlik edemez, yorgun kalbi 66’da aniden duruverir. Aramızdan ayrılmasının üzerinden çok geçmesine rağmen Sanger’in şanlı hikâyesi ve bize bıraktığı emanetleri anlatılmaya ve gelecek nesillere aktarılmaya değerdir. Sanger’in kadınların cinsel özgürlüğü ve doğum kontrol teknikleri üzerine çalışmaları kimi zaman ABD’li etnik azınlıklarının erkek önderlerince yanlış anlaşılmış olsa da dünya kadınları ve bütün insanlık ailesi Sanger ve diğer fedakâr feministlere çok şey borçludur.
Bu yazı Güncel Tarih web sitesinden alıntıdır.
***
Hemşirelik literatüründe son zamanlarda hastanelerde çalışan hemşirelerin yüksek oranda tıbbi hata yaptıkları ile ilgili akademik çalışmaların sayısı artmaktadır. Bu konuda ülkemizdeki durumu ulusal çapta görmek amaçlı hastanede çalışan hemşirelerin tıbbi hata yapma eğilimlerini belirlemek istedik.
Bu çalışmaya destek vermeniz bizim için çok elzemdir. Çünkü bu çalışma sonunda ulusal çapta hemşirelerin yaptığı tıbbi hataları yapmalarını engelleyici politikalar oluşturmak istiyoruz.
Ne kadar çok hemşireye ulaşırsak çalışmadan çıkan verilerin güvenliği ve ulusal çapta ses getirme durumu artacaktır.
Desteklerinizi bekliyoruz.
Aşağıda çalışmanın linki yer almaktadır.
Daha güzel şartlarda çalışmak amaçlı 4-5 dakikanızı ayırmanızı rica ediyoruz.
Unutmayın, damlaya damlaya göl olur.