Kasımdı. Tıpkı bugünlerdeki gibi soğuk bir Ankara günüydü ilk iş günüm.
Okulu birincilikle bitirdikten sonra yaptığım iş başvurularından aldığım yanıtlardan sadece iyi bir dereceyle okulu bitirmenin yeterli olmadığı gerçeğiyle yüzleşmem ve bu durumu kabul etmem çok da uzun sürmemişti. Mezuniyetten beş ay sonra bir hastaneye yaptığım başvuru kabul edilmiş ve bir kasım günü işe başlamıştım. Hiç bilmediğim bir şehir hiç bilmediğim bir hastanede yepyeni bir hayata merhaba dedim. Dedim demesine de. Bu merhaba, biraz titrek, biraz ürkek, biraz tedirgin, biraz heyecanlı ve biraz meraklı bir merhabaydı. Çalışmaya başladığım beyin cerrahisi yoğun bakım ünitesinin kapısına ilk geldiğimde bir cebimde okulda öğrendiklerim diğer cebimde ise tam tarif edemeyeceğim ama etkisini midemden kalbime kadar her yerde hissettiğim bir tuhaf hal vardı. Eveeet. Nihayet işe başlamıştım. Ben de artık hemşireydim hem de Beyin Cerrahi Yoğun Bakımda. Bir yandan okulda öğrendiklerimi klinik uygulama ile birleştirmeye çalışıyordum diğer yandan da birçok kişinin -yoğunluğu ve yaşattığı deneyimlerin güçlüğü nedeniyle- bu klinikte olmamın ne kadar büyük bir şansızlık olduğu ifadeleriyle ve olumsuz düşünceleriyle baş etmeye çalışıyordum.
Bir süre sonra bir cebimde taşıdığım teorik bilgilere yenileri eklenerek uygulamada yer buldu, diğer cebimde taşıdığım ve etkisini midemden kalbime kadar hissettiğim duygunun yerini de daha güvenli ve sakin bir hal aldı. Bir halden diğer bir hale geçiş epeyce zaman almış, beni yaşattıklarıyla dönüştürmüş, çok kıymetli çok değerli deneyimler edindirmişti. Bu deneyimlerin içerisinde beni en çok etkileyenlerden biri okulda öğrendiğimiz “işitme duyusu insanlarda en son kaybedilen duyudur” bilgisini klinikte canlı canlı yaşamaktı.
Bir gece nöbetindeydim.
Hasta trafik kazası geçirmişti ve yoğun bakıma kabul edildiğinde bilinci kapalıydı. Genel durumu çok iyi değildi. Hemen gerekli tüm tıbbi girişimler ve bakımlar yapılmıştı. O gün bir bölümü makineye bağlı olarak geçecek yaklaşık altı aylık yoğun bakımda yatış döneminin ilk günüydü. Bu süre içinde hasta konuşamamıştı. Çoğu zaman uykulu bir haldeydi. Altı ayın sonunda hasta genel durumu servise çıkmaya uygun bulunduğunda çok az konuşabilerek, taburcu edildi. Ancak hastamız ne yazık yürüyemiyor ve istediği gibi hareket edemiyordu. Bu ve benzeri onlarca vakamız olur onları da benzer şekilde taburcu ederdik. Ancak bu hastayı diğerlerinden farklı kılan bir şey olmuştu hem de taburculuğundan tam bir yıl sonra. Sabah saatleriydi takım elbiseli uzun boylu bir genç yoğun bakımın kapısında bana kendini tanıttı. İsim çok çok tanıdıktı. Bir yerlerden hatırlayacaktım ama nereden? Tekrar tekrar ismini söyledikten sonra ekledi “Hemşire hanım ben bu yoğun bakımda yatmıştım, yattığım yatağı ve yeri görmek istiyorum” dedi. Gözlerime inanamadım. Tamamen iyileşmiş ve yeniden eski sağlığına kavuşmuştu. Bir mucize olmuştu. Şaşkınlığım ve mutluluğum henüz daha üzerimdeyken çok daha büyük bir şaşkınlıkla karşı karşıyaydım. Hastamız bilinci kapalı şekilde yoğun bakımda yatarken kendisi ile ilgili olanlar da dahil tüm konuşulanları duymuştu ve hepsini tek tek hatırlıyordu, hatırladıklarını da bize anlatıyordu. O zaman elimizde hastaları tedavi etmek için kullandığımız ilaçların yanında bir gücümüz daha vardı o da sözlerimiz, son ana kadar ulaştırabileceğimiz sözlerimiz..
Çalışmaya başladıktan sonraki her gün bu ve benzeri deneyimlerle biraz daha iyi anladım ki “mezuniyete kadar biz mesleği öğreniyoruz ama mezuniyetten sonra meslek bize öğretmeye başlıyormuş”. Yoğun bakımda çalıştığım süre boyunca yaşamın anlamını, sağlığın önemini, hayatta hiç bir şeyi ertelememek gerektiğini, bir lokmayı yutabilmenin, bir nefesi soluyabilmenin kıymetini, sözün sihrini, sevginin ve güler yüzün gücünü, hayatın sunduğu mucizeleri, güzel vedalaşabilmeyi deneyimleme ve öğrenme fırsatım oldu. Diğer kliniklere göre fiziksel ve duygusal yorgunluğu kat kat fazlaydı belki ama bana öğrettiklerinin değeri tüm yorgunluklara değerdi. Bir çok kişi tarafından şanssızlık olarak görülen yoğun bakım benim için harika bir deneyime dönüşmüş, beni dönüştürmüştü. Şimdi de iyi ki diyorum iyi ki bu klinikte çalışmışım iyi ki..
Kim bilir belki sizin de şu anda içinde bulunduğunuz ve kendinizi şanssız hissettiğiniz ya da hissettirildiğiniz iş deneyimleriniz sizin gelecekteki gerçeğinizin bir parçasıdır, tıpkı bir puzzle parçası gibi tamamlandığında anlamını bulacaktır, sizin iyi kiniz olacaktır kim bilir?
Bu yazı 1.11.2018 tarihinde CoachTeam Magazine‘den alıntılanmıştır.