Üniversite sınavına hazırlanırken canla başla istediğim, okumak için heves ettiğim hemşirelik bölümünden artık mezun olmuştum. Üniversitelerin sadece bir meslek kazandırma yeri olmadığına inanarak, hem mesleki hem de kültürel anlamda çeşitli donanımlarla o diplomayı elime almak hayalimdi.
Ve artık diplomam elimdeydi, hemşireydim.
Diplomanın arkasındaki Sağlık Bakanlığı mührünü görmek bile o kadar mutluluk vericiydi ki. Gerçekten istediğim yerdeydim, sevdiğim bölümü bitirmiştim. Sıra üniversitede kazandığım donanımı sahaya aktarmaya gelmişti.
Kamu hastanelerinde atama henüz yoktu. Bu sebeple önceliğim mesleğimi icra edebilmek adına bir özel hastane olacaktı. İlk başta eleme yolu ile birkaç hastane seçmiştim. İyi olduğuna inandığım, kariyerim için bana yol gösterici olacak hastaneler.
Kendime bir öz geçmiş hazırlayıp düştüm yollara.
Zannediyordum ki hazırladığım öz geçmiş detaylı şekilde incelenerek ve mesleki yeterliliklerim sorgulanarak başvurduğum pozisyona ya kabul edilecektim ya da reddedilecektim.
İlk gittiğim hastanede başvuruda bulunduğumda bana kendilerine göre hazırladıkları özgeçmiş formu doldurttular. Formu doldurup ayrılacaktım ki kabaca büyük patrona giden özgeçmişim dikkat çekmiş olacak, ayrılmamam istendi. Bir köşede beklemeye başladım. Büyük patron mühendislik mezunuydu. Odasına görüşme için çağırdığında iş görüşme kurallarına uygun giyimim ve öz güvenim ile odaya girdim. Elindeki formu hem inceliyor hem de beni süzüyordu. İlk takıldığı nokta nereli olduğumdu. Benim memleketimden birisi daha bu hastanede çalışıyormuş, onu tanıyor musun dedi. Tanımadığımı ilettim. İkinci dikkat ettiği kısım yüksek lisans öğrencisi olduğumdu. Fark eder etmez yüksek lisans bittikten sonra ne yapacaksın dedi. Ben ise bu alanda doktora yapmak istediğimi söyledim. Pek hoş olmayan bir şekilde biz de üniversite kurarız üniversitemizde hocalık yaparsın dedi. Daha sonra benim zamanı gelince kurumlarını terk edeceğimi bu nedenle bana güvenemeyeceğini anlattı.
Öz geçmişimde göz gezdirirken bir başka noktada daha durdu, öğrenci hemşireler derneğine üyeliğimi sorguladı. Bu dernekte üye olmakla birlikte üniversitem bünyesinde tanıtım ve öğrenci işleri komisyonu başkanlığını da üstlendiğimi belirtmiştim. Çünkü zannediyordum ki liderlik vasfının olması, üniversite okurken de aktif olmak ve mesleki derneklerde çalışmak bir artıydı. Oysa büyük patronun cevabı sen bizim başımıza bela olursun oldu. Çünkü dernek çalışmalarında bulunmam her an hastanelerinde de hoşlarına gitmeyecek bir çalışma yapabileceğim anlamına geliyordu. Sonra bana beni neden işe alamayacağın anlattı. Kendisini tamamen hastanesine adayacak hemşirelere ihtiyacı olduğunu, yüksek lisans yapıyor olmamın ikiye bölüneceğimi ve bakım kalitemi düşüreceğini, derslerim için hiçbir yardımda bulunmayacaklarını söyledi. Sadece teşekkür ederim deyip odadan ayrılmak kaldı bana da.
Hayalini kurduğum ilk iş başvurum hüsranla sonuçlanmıştı. O an öyle bir garip duygu ki tüm inandıklarını sorgulatıyor insana. Yüksek lisans yapıyor olmak iyi bir şey değil mi diyorsun. Peki ya mesleği sevmek, mesleki gelişim için çabalamak..
Kafanda bu sorularla iş arayışına devam tabi.
İkinci başvurduğum hastane de yine özenle seçtiğim bir yerdi. İş başvurusu için gittiğimde bana ad, soyad, telefon bilgimi ve mesleğimi sordular. Duraksadım ve öz geçmişim var dedim. Gerek yok, boş bir pozisyon olursa seni arayacağız dediler. O kadar şaşkındım ki başka da bir şey demeden çıktım. O an yine sorguluyorum, ben hemşireyim demiştim. Meslek lisesi çıkışlı bir hemşire miydim, ön lisans mezunu muydum, lisanstan mı mezun olmuştum hiç önemi yoktu. Lisanstan mezun olduysam beni her lisans mezunundan ayıran özelliklerim nelerdi, anlamsızdı. Peki ya öz geçmişime eklediğim onca kongre, eğitim, teşekkür belgesi, bildiri bunlar ne olacaktı? Çağdaşlarım üniversite hayatını sadece sınavdan sınava çalışıp gezerek geçirirken ben beş sayfaya yakın bir öz geçmiş biriktirmiştim.
Hepsi boşuna mıydı?
Mesleğin ne kadar ayaklar altına alan, o işi yapacak kişinin hiçbir vasfı olmaksızın teknik bilgiye hâkim olmasının yeterli olduğunu gözler önüne seren bu tutum gerçekten canımı yakmıştı. Oysa bizim üniversitede hemşirelik bölümü hocalarımız o kadar donanımlılardı ki onlara bakınca mesleğe olan saygım, sevgim kat kat artıyordu. Sahada ise bir hemşirenin gelişmişlik düzeyi ne kadar çoksa iş verende o kadar korku oluşturduğunu görmek tam anlamı ile hayal kırıklığı.
Birinci sınıfta iken enjeksiyon uygulamasını öğrenip öğrenmediğimi sorgulayan bir akrabaya öğrendiğimi söyleyince verdiği o zaman neden üç yıl daha okuyorsun ki cevabı ile durumun önemini kavramalıydım. Çünkü hemşire elinde iğnesi, sadece enjeksiyon uygulamalarını yapan teknik bir elemandı toplum gözünde. Değersizdi, 3 yıl ya da 5 yıl okumasının bir farkı yoktu. Sadece ayak işlerini yapan ara elemandı. Oysa bakım yükünü üstelenen hemşire kendine özel bir bilgi birikimi olan mesleği icra ediyordu.
Özel sektörde karşılaştığım bu hayal kırıklığından sonra şu an neredeyim ve daha sonra ne yaptım sorgulamayın bile. Çünkü bir şeyi sorgulamamız gerekiyorsa o da mesleğimizin günden güne ne kaybettiği ve nereye gittiğidir.
Yanı sıra bu kayıplar da bizim rolümüz nedir bunu sorgulamamız gerekir.
Mesleki bilgi ve birikimimizi sahada hayata geçirebildiğimiz, gün geçtikçe mesleki gelişimimizi ilerlettiğimiz aydınlık ve güzel günler görmemiz dileğiyle.
**
Sizde kendinizi ifade etmek amaçlı blog yazmak isterseniz kurslarımıza kayıt olabilirsiniz.