Hemşireler haftasında öğrenci hemşire olmak diye başlamıştık söze. Hemşirelik bölümü betvole öğrencileri olarak hocalarımıza bir klip hazırlamıştık. Amacımız hem bu güzel ve değerli haftamızda hocalarımıza sürpriz yapmak hem de öğrenci hemşire olmak diye başlayan cümlelerle karşılaştığımız zor durumları anlatmaktı.
Bir hazırlık başladı ki bölümde anlatılamaz. Herkes bir yerlerden bir şeyler yazıp getiriyor, acaba bunu da eklesek olur mu diye soruyorlar. Nihayetinde taslağımız tamamlanmıştı ve çekimlere başlayacaktık. Bir sayfa dolusu söz yazılmıştı kâğıtlara.. Okuduğumuzda istemeden bir tebessüm oluşuyordu suratımızda.
Öğrenci hemşire olmak; dosyalarla boğuşmaktır, yemekhane yerine morga gitmektir, hocaların yanında bildiğini unutmaktır, hemşirenin ayak işlerini yapmaktır, spanç katlamaktır…
Yazılanların bir çoğu komik ama gerçekten başımıza gelen durumlardı. Peki, nelerdi bu bizi zorlayan, kimi zaman ne yapacağımızı şaşırtan, kimi zaman da yoran olaylar. İnanıyorum ki hemşirelik mesleğini gerçekten severek seçen tüm öğrenciler klinik uygulamaya çıkmak için can atıyorlardı. Çünkü üniformanın ayrı bir heyecanı oluyor. Bizler de büyük heyecanla çıktık kliniğe. Öğrenci olmanın vermiş olduğu hevesle her şeyi yapmak istiyorduk. Sonraları sıkıcı gelecek olan kan basıncı izlemi dahi çok büyük işler başarmışız gibi bizi mutlu hissettiriyordu. Birinci sınıfta ‘bilmediğin hiçbir şeyi yapma’ uyarıları ile toplamda on gün dahi sürmeyen bir uygulama atlattık. Hemşirelik esasları dersinin uygulaması olduğu için hem kısa hem de iş yükü azdı. İlk gün kliniğe gittiğimizde hemşire hanım bize ters bir şekilde bakıp kaçıncı sınıfsınız siz dedi, birinci sınıfız cevabını alınca da ayağımın altında dolaşmayın diye bizi hışımla hemşire odasına gönderdi. İlk uygulama günümüzde karşılaştığımız bu tepki beni ve diğer iki arkadaşımı çok üzmüştü. Aylarca o üniforma ile hastane koridorlarında hemşireyim diye dolaşmanın hayallerini kuran bizler, bir anda neye uğradığımızı şaşırmıştık. Günler geçtikçe daha fazla uygulama öğreniyor, hastanede bu uygulamaları yapma şansı yakalıyorduk. İlk subkutan enjeksiyon uygulamasını yaparken elleri titreyen de bizlerdik, damar yolundan fışkıran kanı görünce bayılıp düşende. Öğrendikçe, uyguladıkça heyecanımız artıyordu. Nihayetinde birinci sınıf uygulamasını bitirmiştik.
İç hastalıkları hemşireliği dersini almaya başlayan biz, ikinci sınıflar artık bu alanın kliniklerinde uygulama görmeye başlamıştık. İlk başlarda her şey birinci sınıfta olduğu gibi görünüyordu ancak sonra anladık ki sorumluluğumuz artmış, yanı sıra bizden beklenenler de artmıştı. Artık kliniğe gittiğimizde ilk işimiz hocalarımızın yönlendirmesi ile hastalarımız ile tanışmak, günaydın demekti. Sonra dosyaları, takipleri, tedavileri derken gün içerisinde bir hemşirenin yapabileceği her şeyi yapmamızı bekliyorlardı. Günaydın diyorduk, takipleri alıyorduk ancak biz takip alana kadar hemşiremiz sistem tanılamasını çoktan bitirmiş oluyordu. Biz hastaların dosyasını inceleyene kadar hemşiremiz ilaçları hazırlayıp uygulamaya gidiyordu. Şans eseri giderken fark etmesek o gün ilaç uygulamalarına katılamıyorduk. Klinik uygulamalarımız devam derken bir şeyler öğrenemediğimizin farkında olan hocamız sürekli bizden sorumluluk almamızı, paylaştığımız hastaların her işlemini yapmamızı istiyordu. İç hastalıkları uygulamasını sorumluluk alma çabaları içinde geçirirken uygulamanın sonuna gelmiştik. Sırada Cerrahi hastalıkları hemşireliği vardı.
Cerrahi hastalıkları hemşireliği klinik uygulamasında bizden biraz daha fazla aktif olmamız bekleniyordu. Hocamızın yönelttiği doğrultuda elimizden geldiğince sorumluluk almaya çalışan biz öğrenci hemşireler bu nokta da birçok sorunla karşılaştık. İkinci sınıfın yarısında, Hemşirelik Esasları, İç Hastalıkları Hemşireliği gibi dersleri verip klinik uygulamasını geçtikten sonra Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği dersinde özgüveni artmış, daha fazla aktif olabileceğine inanan öğrencilerdik. Öğrenci olmamızın, yeni öğreniyor olmamızın en olumsuz yanı ise işlemleri ağır ağır, sırasıyla yapıyor olmamızdı. Günde on ve üstü hastaya tek başına bakan hemşirelerimiz elbette bizim elimizin ağırlığına sabır gösteremiyor, işleri hem doğru hem de hızlı yapmak adına çoğu zaman bize fırsat tanımıyorlardı. Öyle bir durum arasındaydık ki, hocamız fazlasını bekliyor hemşiremiz buna izin vermiyordu ve bu durum her hafta artan tartışmalarla sonuçlanıyordu. Yavaş olmamızdan yakınan hemşirelerimiz, hızlanmamız için bize sunulan ortamları yok ediyorlardı. Uygulamaları yapmamıza çoğu zaman izin vermiyorlardı. Biz öğrenci olduğumuz için kliniğin sahibi onlar, onların yap dediği her işlemi yapar, yapma dediklerinden uzak dururuz gibi ilerliyordu çoğu zaman işlerimiz. Oysa bizler hemşirelik alanında lisans eğitimini tamamlamak üzere bu kliniklere çıkmış, eğitimimiz sonunda tecrübeli birer hemşire olmak amacıyla çalışıyorduk.
Bir hemşire bey ile tartışmamız olmuştu. Hasta paylaşımına şiddetle karşı olan hemşire bey bana bağırarak hasta paylaşmıyoruz ben ne iş desem onu yapacaksınız, hepiniz iş yaparsınız merak etmeyin dedi. Ben de ona amacımızın iş yapmak değil, öğrenmek olduğunu, hiç tanımadığımız bir hastaya bilemediğimiz bir ilacı yapmanın doğru olmadığını söyledim. Tabi benim sözlerimi umursamadı bile. Hâlbuki öğrenmemiz için geldiğimiz bu ortamda hastalara istemeyerek zarar verebilirdik. Bizler tanısının, ilaçlarının, yapılan işlemlerinin ne olduğunu bilmeden bir hastaya asla müdahale yapamazken, bunların hepsine aşina olan hemşirelerimiz verdikleri ilaçları hastaya yapmamız taraftarıydı.
Öğrenci hemşire olmak hastaya her dokunuşta korkmaktır.
Binlerce soru oluşuyordu aklımızda, bu hasta kim, ne hastalığı var, nerden geldi, bu ilaç ne, yan etkisi olur mu, acil bir durumda müdahale edebilir miyim? Tecrübeyi anlatmak için sen giderken biz geliyorduk derler ya, biz öğrenmeye çalışırken kliniğin hemşireleri bunların hepsini akıllarında tutuyordu. Önceleri bu kadar hastayı nasıl biliyorlar diye düşünürken sonra sürekli aynı klinikte olmanın hastalara aşina olmaya katkı sağladığını fark ettik. Biz haftada bir ya da iki gün geliyorduk. O günlerde de hemşirelerin dosyalarını doldurması, doktorların orderları yazması, vizitler derken bir hastaya bile odaklanamadan günü bitiriyor sonra kan basıncı izlemleri, klinikten kan glikoz ölçümleri gibi tüm teknik işleri yapmış şekilde ayrılıyorduk. Ama amaç bu değildi. Amacımız bir hastayı bütünüyle tanımaktı. Hastalığını bilip hemşirelik bakımını ona göre planlayıp daha sonra hastamıza uygulamaktı. Hocalarımızın bizden istediği bakım planlarını hazırlamak adına bir hasta için her gün öğrendiğimizden daha fazla bilgiyi sorguluyorduk. Yirmi sayfaya yakın, bilgiler eklendikçe sayfa sayısı artan bir bakım planı…
Hastamın kan tahlili sonuçlarına rahatlıkla ulaşıyordum ama radyoloji sonuçları, ameliyat raporları vb bilgilere ulaşmam neredeyse imkânsızdı. Çünkü bu bilgiler doktor ve hemşirenin kendi şifreleriyle kullandıkları hastane otomasyon sistemine kayıtlıydı. Bir gün klinik doktoruna hastamın anjiografi sonucunu verebilir misiniz, bakım planı hazırlıyorum dedim ve bana alaycı bir şekilde güldü. Bir daha da istemedim. Çünkü klinikte işlerinin başında olan doktor ve hemşireler için bizim doldurduğumuz dosyalar, yaptığımız işler anlamsızdı. Elbette aralarından değer verip saygı duyanlar oluyordu ancak çoğu küçümseyerek, boş iş bunlar der gibi bakıyorlardı. Hâlbuki kendileri de bu dosyaları doldurarak bu klinikte olduklarını çoktan unutmuşlardı. Bu durum özgüvenimizi azaltıyor, bir dahaki sefere isteme cesaretimizi kırıyordu.
Kliniklerde iş tanımları konusunda büyük problemler yaşanıyor. Sağlık meslek lisesi öğrencilerini bir çok hastane personeli sanki onlara bağışlanmış taşıma elemanı gibi kullanırken, lisans öğrencilerini de onlardan pek ayırmıyorlardı. Bir çok hemşireye; lise öğrencilerinin yaşlarının küçük olması onlara yeri gelince hasta yatağı yaptırma, kantine gönderme, kahve yaptırma haddini veriyordu. Öğrenimlerini devam ettirmek adına hastanede olan bu öğrencileri not telaşıyla bir çok şahsi işlerinde kullanan hemşireler ve hastane personeli ile karşılaştım. Hastane personellerinin yetiştiremediği temizlik işlerini bile öğrencilere yaptırdıklarını gördüm. Lisans öğrencilerini ise sözüm ona bir üst düzeyde işlerde kullanıyorlar, spanç katlatıp, doktorun kaşesini peşinde dolaştırmak gibi kutsal (!) görevler veriyorlardı. Hemşirelik bölümü öğrencisi olan bizler oraya yalnızca eğitim amaçlı gittiğimiz için öğrenmek adına hemşireliğin iş kapsamında bulunan her şeyi yapmalıydık. Ama hemşirelerimiz işler çabuk bitsin diye bizden iş kaçırırken, bizleri de eczaneye gitmek, spanç katlamak gibi işlerle baş başa bırakıyorlardı.
Hemşirelerimizin öğrenim durumlarının birbirinden farklı olması, yaşlarının bizden küçük ya da aynı yaşta olmamız da lisans öğrencileri için problem olabilecek nitelikte bir durum. Fikir çatışmalarına yol açabilen eğitim durumu farklılıkları ne yazık ki hemşirelik mesleğinin de henüz standart bir eğitim sistemine sahip olmadığını gösteriyor. Sağlık meslek lisesi mezunu, lisans mezunu hemşirelerin yanı sıra yüksekokul mezunu olup hemşire unvanı alanlar ya da acil tıp teknikeri, odyoloji gibi bölümleri okuyup hemşire diye görev yapanlar ile aldığımız eğitimin gerektirdiği klinik uygulama tam anlamıyla gerçekleşmiş olmuyordu, kimi zaman hastaya yaklaşımımızı alaycı bir şekilde ele alan kişilerle karşılaşıyorduk. Bir hemşiremiz; bu hastalıkları boşuna öğreniyorsunuz, sadece iğne yapmayı damar yolu açmayı bilsen yeter ilaçları zaten doktor yazıyor demişti. Biz hayrete düşmüştük.
Yılların hemşiresi olan birinin üniversiteye ne gerek var demesi de beni bir hayli üzmüştü.